28/10/2016 0 Yorumlar İsveç Doğa Tarihi Müzesi Doğa tarihi müzeleri nitelikli bilim kültürünün ortaya çıkardığı mekanlardır. Modern biyolojinin temel iskeletinin şekillenmesini sağlayan görüşler, doğayı merak eden gözlemciler sayesinde gelişmiştir. Bu gözlemcilerin gerçekleştirdikleri araştırmalar neticesinde elde ettikleri koleksiyonlarını sergiledikleri yerler ise doğa tarihi müzeleridir. Bu koleksiyonlar sayesinde önce coğrafya ile bitki ve hayvan zenginlikleri ilişkilendirilmiş, biyolojik çeşitliliğin geçmişi irdelenmeye başlanmış ve ilk olarak biyocoğrafya, daha sonra evrim ve ekoloji gibi bilim dalları ortaya çıkmıştır (bu üç bilim dalı da aynı soy hattından köken alır ve en eskisi biyocoğrafyadır). Nitelikli koleksiyonlara sahip İsveç Doğa Tarihi Müzesi, Avrupa’daki doğa tarihi müzeleri arasında önemli bir yere sahip. Müzenin kuruluşuna ilişkin ilk adımların atılması günümüzden yaklaşık 275 yıl öncesine uzanıyor. Bu tarihsel geçmişi bir miktar daha ayrıntılandırarak anlatmak ilginç bir okuma deneyimine kapı açabilir düşüncesiyle bu metni şekillendirmeye çalıştım. Başlamadan önce doğa tarihi müzeleri ve doğa tarihi hakkında iki farklı alıntıya yer vermek istiyorum. Ünlü aktör Arthur Darvill doğa tarihi müzesindeki deneyiminden şöyle bir çıkarım yapmış: "I go to the Natural History Museum and look at the cage of stuffed starlings there. But my favourite thing is the big blue whale. The scale of it is unbelievable, and makes you feel how insignificant you are as a human being". Alfred Russel Wallace ise doğa tarihininin bizim dışımızdaki dünyayı anlama üzerine önemine dikkat çekmiş: "In all works on Natural History, we constantly find details of the marvellous adaptation of animals to their food, their habits, and the localities in which they are found". İki alıntı arasında yaklaşık 160 yıllık bir süre var; bu durum bize bilim kültürünün toplumlarda bir anda şekillenmediğini gösteriyor. Hele birde daha da fazla emek isteyen nitelikli bilim kültürünün gelişmesinden bahsedeceksek daha da eskilere gitmemiz gerekiyor. Şimdi İsveç Doğa Tarihi Müzesi hakkındaki yazıma başlayabilirim. Altını çizmek istediğim bu noktayı yazının sonunda daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum. İsveç’te doğa tarihi araştırmaları 1730’lu yıllarda başlamıştır ve 1739 yılı ise İsveç Kraliyet Bilim Akademisi’nin kuruluş yılı olmuştur. Bu önemli tarihi akademinin kuruculularından olan, günümüzdeki sınıflandırma ve canlıların isimlendirilmesine ilişkin ilkelerin kurucusu Carl Linnaeus ile ilişkilendirebiliriz. İsveç Kraliyet Bilim Akademisi kurulduktan sonra İsveç Doğa Tarihi Müzesi için ilk koleksiyonun da adımları atılmış. İlk örnek Jonas Alströmer tarafından sağlanmış, kendisi koleksiyona bir mantar örneği hediye etmiş. Koleksiyonun mayası niteliğindeki bu örnekle birlikte koleksiyon adım adım büyümüş. Akademinin kuruluşuna denk gelen tarihlerde Uppsala Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamlayan Linnaeus büyüyen bu koleksiyonda araştırmalar yapmaya başlamış. Kendisi tarafından yapılan birçok yeni türün keşfiyle türlerin isimlendirilmesine ilişkin temel ilkelerin ilk adımları da bu dönem içinde atılmış. 1753 yılında Akademi’nin Stockholm’de yeni bir yer edinmesiyle birlikte koleksiyon da bu yeni yapı içine taşınmış. Kral Adolf Fredrik yeni binanın açılışını yapmış. Açılış sonrasını takip eden yıllarda müzeye bağışlanan örnekler artarak devam etmiş. 1778 yılında fabrikatör Charles de Geer böceklerden oluşan geniş koleksiyonunun tamamını müzeye bağışlanmış. Artan koleksiyon ve yer ihtiyacı müzenin bir kez daha taşınmasına neden olmuş ve aynı yıl içinde müze tekrar taşınmış. Bu sefer Stockholm şehir merkezinde yer alan yeni bir binaya taşınan müzenin açılışını Kral III. Gustav yapmış. Bu tarihlerde koleksiyonun bazı bölümleri farklı şehirlerde yer alırken, bu yeni biayla birlikte koleksiyonlar tek bir binada bir araya gelmeye başlamış. Bu sayede sadece Akademi üyelerine açık olan koleksiyonlar sınırlı şekilde halka da açılmaya başlanmış. İsveç Doğa Tarihi Müzesi’nde bilinen en eski müze kataloğu 1788 tarihinde oluşturulmuş. Akademi müzedeki koleksiyonları 1818 tarihinde farklı sınıflar altında derlemeye başlamış ve böylece zooloji ve botanik bölümleri kurulmuş. Bu tarihte Gsutav von Paykull ismindeki doğa bilimci kendi koleksiyonunu müzeye bağışlamış. 1828 yılında koleksiyon içindeki farklı hayvanlar zoolog Sven Nilsson’un katkılarıyla farklı bölümlere ayrılmış. Bu sayede İsveç Doğa Tarihi Müzesi’nin sahip olduğu örnekleri sergilemesi anlamında ilk düzenli ambiyans da oluşmaya başlamış. 1841 yılında botanik, zooloji ve mineral koleksiyonları bir araya getirilerek tek bir çatı altında sergilenmeye başlanmış. Koleksiyonun hızla büyümesi ve farklı bölümlerin oluşmasıyla yer sıkıntısı tekrar sorun olmuş. Koleksiyondaki her bir bölümüm başına sorumlu bir kişi atanmış. Koleksiyonla ilgili sorusu olan kim olursa “The Gentlemen at the Museum” olarak adlandırılan bu kişilere danışabiliyormuş (bu sıfatın günümüzdeki karşılığı ise biyolog olarak tanımlanabilir). Yer sıkıntısı nedeniyle 1901 yılında yeni bir bina tasarlanmaya başlamış ve 1905 yılında mimar Axel Anderberg’in tasarımı kabul edilmiş. Bu yeni binanın tamamlanması ve 1916 yılında tüm koleksiyonun transferiyle müze eskisine göre halka daha açık hale gelmiş. Bugün de aynı binada ziyaret edebileceğiniz bu müze İsveç’in en büyük müzesidir. Müze, Avrupa’nın da en büyük doğa tarihi müzeleri arasında yer almaktadır. Uzun geçmişe sahip doğa gözlemlerinin ve çalışmalarının bir ürünü olan İsveç Doğa Tarihi Müzesi, İsveç’in saygın bilim kültürünün de bir yansıması olarak kabul edilebilir. İsveç Doğa Tarihi Müzesi’ne yaptığım kısa süreli iki farklı ziyaret sonrasında, müzenin zengin koleksiyonlara sahip olduğunu gözlemledim. Örneğin kuş örneklerinin toplamı 150.000 gibi anlamlı bir sayıyla tanımlanıyor. İskandinav coğrafyası yanı sıra benim için ilginç olan bir diğer nokta müzede yer alan Afrika kıtasına ait örnek zenginliği oldu. Sergilerde dikkat çeken noktalardan bir diğeri ise biyolojik çeşitliliğin dünya üzerindeki dağılımının güzel bir kurguyla verilmiş olması. Özellikle kuş örnekleri coğrafya ile tür çeşitliliği arasındaki ilişkiyi anlaşılabilir hale getirecek şekilde düzenlenmiş. İsveç doğasına geniş yer verilen müzede, İskandinav coğrafyasının sahip olduğu tür zenginliği çok güzel irdeleniyor. Evrim sergisinin büyük bir kısmını insanın evrimi oluşturuyor ve bu sergi oldukça açıklayıcı bir şekilde tasarlanmış. Bir diğer evrim sergisi ise doğa tarihi müzelerinin kaçınılmazı dinozorlar. Ancak dinozor sergisini insanın evrimi kadar başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Çok sıkışık bir alanda çok fazla şey anlatılmaya çalışılmış. Takibi zor ve yorucu görünüyor. En azından bana göre... Bir kez daha altını çizmek gerekir ise, doğa tarihi müzeleri dünyadaki biyocoğrafi örüntüleri ve özellikle de biyolojik çeşitliliğin evrimsel tarihini anlamaya ışık tutan yerler olarak da tanımlanabilir. İsveç Doğa Tarihi Müzesi bunun güzel örneklerinden birisini temsil ediyor. Ayrıca bu müzeyi ziyaret eden herkes tatminkar bir şekilde İskandinav coğrafyasının sahip olduğu biyolojik çeşitlilik hakkında da bilgi sahibi olabiliyor. Ne kadar acı ki, zengin biyolojik çeşitliliğimizi anlatan bir doğa tarihi müzemiz yok. Bu durum, yine ne yazık ki, bizlerin bile kendi coğrafyamızı yeterince anlamadığımızı gösterecek nitelikte. “Doğa tarihi müzesine sahip olsaydık Anadolu ve Türkiye hakkında neler söyleyebilirdik?” Bu sorunun cevabı bir sonraki yazının konusu. Kısa zamanda görüşmek dileğiyle!...
0 Yorumlar
Yanıt Ver. |
|